Küçük Tekne

Hertan Yayınevi

Ekonomi, darlık ve genişlik üzerine şekillenir. Dar olan, esasda, dağ güneşidir. Dağda hayat, zordur. İnsanlar, mücadele ile vakitlerini geçirir. Zorluk ve kolaylık. Kolay olan, çok olmaktır. Çok nedir? Dar olmayan ala, çok demektir.

Darlık ve genişlik, aynı kavramlar değildir. Dar ve geniş kelimeleri, neyi ifade eder? Geniş olmayan, dardır. Dar olmayan ise geniştir. Buraya kadar, herkes, hem fikir. Asıl çoktan oluşan darlık ve genişten oluşan darlık, mevzudur. Çok bilgisi olan kişi, darlığa düşebilir. Dikkat etmemiz gereken, darlığa düşmekteki davranışlardan kaçınmaktır. Darlıktaki azlıkta kişiye zarar verebilir. Kâr olan çokluktur. Espiri bu şekildedir. Mesela, zenginleşme ve fakirleşme kavramları için de, aynı, benzer düşünce söz konusudur. Zenginleşme, fakirleşmeden kaçınma ile olur. Fakirleşme ise zenginlikten uzaklaşma ile olur. Fakir diye birşey yoktur. Fakat, fakirleşme kavramı, güncel gerçeklerdendir. Denge ise temeldir. Dengeyi kaybetmek, sorunlarla boğuşmaktır.

Ressam, bu tabloyu neden yaptı? Akla ilk gelen soru, herhangi bir bölgeden alınmış bir kare olabileceğidir. Realist bir anlayış. Hayal gücünü kullanarak tasarlamış da olabilir. Sürrealist bir anlayış. Resmin ilk akla getirdiği, normal bir manzara ihtiva ettiğidir. Bazıları için tipik bir ressam çalışması olarak görülebilir. Fakat resimde, küçük şekilde çizilmiş, teknede iki insan figürü, normalite anlayışını değiştiriyor. Neden? Resme, uzun zamandır bakıyorum. Dinlendirici, natürel, bir doğa manzarası olarak görüyordum. İki insan figürü, fikrimi değiştirdi. Fark etmemiş olmama şaşırdım. Küçük bir tekne ve iki insan. Hemen aklıma coğrafi keşifler geldi. Yeni yerler keşfetmek, bundan beş yüz yıl öncesini hatırlatıyor. Çünkü insanlık, bu zamanlarda, tanımadığı birçok farklı coğrafyanın olduğunu fark ediyor. Keşiflerin, gündemde olduğu zamanlar. Doğal bir deniz kıyısı, normalite içeren bir manzarayı anımsattı. Teknedeki iki insan ise tarihi bir perspektif kazandırdı.

Soğuk bir mevsimdir, kış. Kar, kışın güzelliklerindendir. İnsanlar, yakacaklarını yaz aylarında hazırlar ve kışın ısınmada kullanır. Kış ayının güzelliklerinden biri, gün ortasında etrafı ısıtan kış güneşidir. Anadolu çok soğuk değildir. Yakacak olarak sıklıkla odun kullanılır. Kömür ve diğer ısıtma yöntemleri de yaygındır. Tecrübelerimden yola çıkarak söylersek, odun bu coğrafyaya daha çok yakışıyor. Elbette kömür ve diğer ısıtma yöntemleri de tercih edilebilir. Asıl söylemek istediğim, odun ağırlıklı ısınmanın daha verimli olduğudur. Odun tüketimi, ormanlarımızı rahatlatıyor. Ormanların verimini artırıyor. Kış güneşi eksik olmuyor. Kömür rezervlerini artırıyor. Soğuk bir iklimde, dağ bölgesinde yaşayan insanlar, odununda, kömüründe değerini biliyor. Odunu çok tüketirsek, doğada biriken odunsu taraflar yok oluyor ve doğal denge öz kimliğine ulaşıyor. Odunlaşmış doğal denge, gereksiz su kaybına da neden oluyor. Doğrusu, ölü doğaya su kaynakları akmamalı, diri doğa su döngüsünü sağlamalıdır. Edindiğim tecrübelerden birisi bu oldu. Sahilde yaşıyordum. Bu sene kışı memlekette geçirdim. Deniz kenarındaki ormanlar, odun tüketimi ile sağlıklı bir yapıya kavuşuyor. Bu durumu fark eden biri olarak paylaşmak istedim. Kış güneşiniz, eksilmesin.

Yüksek dağların ve doğanın hakim olduğu bir ortamda, ayakta kalabilmek zordur. Dam diye ifade ettiğimiz tepeler, gerçek hayatın timsalidir. Buralarda varlık, yokluk ve zorluk egemendir. Damda olan için farkındalık, damda olmayan için ise bilmek, emek ister. Esasında, her ikisinde de ortak bir yan vardır. Bu ortak ortak yan, emektir.

Dam olan için olmaz ifadesi, damlanın ta kendisidir. Atalarımız, damlaya damlaya göl olur, demişlerdir. Bu minvalde, tasarruf ifadelerinden birisini yakalamış oluyoruz. Peki dam ne demektir? Dağ ise deniz demek, dam ifadesinin tam karşılığıdır. Dağ ile deniz arasında bir bağlantı mevcuttur. Bu bağlantı damla ifadesinde dam, olmaz, diyerek, vermeme şeklindedir.

Yıllardır deniz kenarında yaşıyorum. Memleketim bir dağ yerleşkesidir. Denizinde, dağında kıymetini bilmek gerekir.

Motor almak istiyorum. Motoru ne yapacaksın? Güzel bir araba al, rahatça kullan! Neden motor? Erkek adam araba kullanmaz, motor kullanır. Neden böyle diyorum? İçine girilen her unsur, müennestir, yani kadındır. Araba içine girilen bir araçtır. O halde araba müennestir. Motor ise müzekkerdir yani erkektir. O vakit neden araba alayım ki? Fransızca dersleri esnasında bu bilgiyi öğrendim. Diğer bir örnekle mevzuyu açalım. Ağaç erkektir, fakat meyve kadındır. Ağacın içine giremezsiniz, meyvenin ise içine girebilirsiniz. Aradaki fark budur, vesselam. Daha önce çalıştığım şehirde kaldı motorum. Şimdi ise memleketimdeyim. Motorsuz kaldım. Hiçbir yere gidemiyorum. Mağdurum yani. Sıfır motorlar epey pahalı. İkinci el bir motor benim için ideal doğrusu. Fırsat insanın ayağına gelir bazen. Fırsatı kaçırmamak gerekir. Kahvede otururken tamirci, elimde bir motor var, dedi. Cüzi bir fiyata verebilirim, diye ekledi. Piyasada birçok motor vardı. Her motor iyi değil, kardeşim. Motora bakmaya karar verdim. Önceki motor tasarımının aynısıydı. Yani tam bir motor. Sadece bakıma ihtiyacı vardı. Bu düşünceler içinde, ilçeye gittik. Noter işlemlerini yaptırarak motoru aldım.

Artık bir motorum vardı. Memlekette de motor kullanabilirdim. Sahilde aldığım motor, beyaz renkte idi. Memleketteki motor ise erik rengindeydi. Geçen sene, sahile doğru, beyaz motor ile uzun bir yolculuk yaptım. Mola yerlerinde dinlenerek, bir günlük süre zarfında sahile ulaştım. Sabah yola çıktım. Gece boyunca yol aldım. Ertesi günün sabahı, şehri tepeden gören bir noktada, etrafın aydınlanmasını bekledim. Sahile uzanan yol epey dikti. Gece vakti motorla inmek, riskliydi. Tepede sabaha kadar bekledim. Yükseklik korkum var, herhalde! Sanki dağ, sallanıyordu. Uçurumdan düşecek gibi hissediyordum. Aşağı bakmamaya karar verdim. Kamp kilimini yere serdim ve bir süre istirahat ettim. Gün aydınlanınca tepeden inen yoldan deniz kıyısına ulaştım.

Geçen sene bölgenin batı sahilinde çalışıyordum. Daha önce, doğu sahilindeydim. Doğuya gidersen ilerlersin, batıya gidersen gerilersin.

İnsan, eşyaların ruhu olduğuna inanır. Motor, mekanik bir sistemdir. Fakat, bir dili vardır. Vasıtayı kullanırken durumu, fark edebiliyordum. Bilinçli olarak, motora eziyet ettiklerini fark ettim. Böyle bir şey olur mu, diyebilirsiniz. Gerçekte, var. İnsanların motora eziyet etmesini anlamak zor. Fakat reel olan bir gerçek. Belirttiğimiz gibi, eşyaların bir dili ve ruhu vardır. Böyle kabul etmek zorundayız. Nasıl birbirimizle iyi geçinmek zorunda isek, eşyalarla da iyi geçinmek durumundayız. Doğru ve esemesel olma, bu şekildedir. Eşyaların dili ve ruhu olur mu, diyen bir kişi için, iyi niyet beslemek, epey güçtür.

Kaplumbağa ile tavşanın hikayesini bilirsiniz. Bu hikayede tavşan kendine çok güvenir, nasıl olsa kaplumbağayı geçerim ve yarışı kazanırım, diye düşünür. Bir ağacın gölgesine uzanır. Kaplumbağa ise yarışa devam eder. Tavşan uyandığında ne görse beklersiniz? Kaplumbağa bitiş çizgisine doğru ilerliyor ve yarışı kazanmak üzeredir. Bütün enerjisini kullanarak kaplumbağayı geçmeyi ve yarışmayı kazanmayı düşünür. Nihayetinde kaplumbağa bitiş çizgisine ulaşmayı başarır. Hikayenin görünen yüzü, bu şekildedir. Esasında, kaplumbağa adımını atarken, ne kadar mesafe olduğunu hesap eder, kısa bir mesafe ise adımını atmazmış. Görünürde kaplumbağa yavaş bir canlı iken özünde bir at kadar hızlıdır. Bu hikayeyi neden anlattım? Çünkü, motor, bir kaplumbağa idi.

Hayat devam ediyor. Bu eksende hüzün, tasa ve dert etrafımızı kaplıyor. Çile ile olur, hayat. Çilesiz refah kurulmaz. Ne kadar çok çile çekerseniz, o kadar mutlusunuz, demektir. İçi boş bir keyif, havailikten başka bir şey değildir. Boş teneke misali, tınlayarak geçer ömrümüz. Çilenin oluşması için çalışmalı insan. Çalışanın çilesidir, her şey. Tembellik dahi çalışmayı gerektirir. Bu saptamayı, diğer alanlara da uygulayabilirsiniz. Müreffeh bir devlet nasıl olmalıdır? Çilesiz bir devletten, refah edici uygulamalar, arasanız dahi bulamazsınız. Çünkü bu devletler, boş tenekedir. Her uyguladığı refah politikası, tınlamadan ibaret kalır.

Bir faidedir çoğu zaman hayatı anlatan. Küçük bir kuştur, özgürlük bazen. Çekirdekten meyve ağacı yetiştirmektir, mutluluk. Sabah kalkınca yapacak işleri olmaktır, çile. İnsan önce kendi varlığı ile daimdir. Eldeki çiledir, varlık. Var ise çile, refahtır hayat. Ne yapmaya çalışıyoruz? Boş bir keyif! Kim ister ki böyle olmayı?
Bir adada yalnız kalsanız, yanınıza ne alırdınız? Bir kuş, bir kağıt ve bir kalem. Kuş yalnızlığa ilaç olur. Kağıt ve kalem ise çalışmadır. Kalem yazı yazmanızı sağlar. Kağıt ise boş beyaz bir sayfa verir. İnsan tabiatı gereği yalnızlığa meyyal değildir. Kağıda yazılan her yazı, gelişmedir, refahtır ve mutluluktur. Kağıt, kalem ve kuş size gelişmiş bir toplum ve medeniyet inşa eder.

Zaman, bir nehir misali akıp gider. Kıymetini bilmek gerekir. Bir noktadır. Noktadan sonra devam eden süreçtir. Mutlak doğruya su diyebilmektir. Böyle derken ya olur ya olmaz, diye düşünmektir. Özde ise mutlak doğruya su demektir, zaman. Suyun akıp gitmesine benzetilir. Çile, zaman içinde oluşan dert, tasa ve kaygılardır. İnsanın yaşadığı zorluklardır.

Zaman, devam eden süreçte şekillenmeye başlar. Geçmiş dönemler, aynı zamanda kayıttır. Yaşanmış bütün variyetler, içinde saklıdır. Zamanı, tecrübeler yumağına benzetebiliriz. İnsan birçok konuyu anlamada ve kavramada zorlanır. Zaman tecrübesi çok olanlar, az hataya maruz kalır. Zamanı bir de bu açıdan düşünebiliriz. Süreç kavramı da olayların şekillenmesinde etkilidir. Zamanın içinde olan diğer bir kavramdır. Kalite standartları açısından süreç önemlidir. Zamana olay kavramını da ekleyebiliriz. Geçmiş olaylar tetkik edilirse, fayda oluşturur. Fakat esasda çiledir, refahın ta kendisi. Zevk ve sefadan üretilmez, refah sağlayan ve idame ettiren.

Bir otobiyografi yazmak istiyorum. Yaklaşık on dört yaşından beridir, çalışmaktayım. İlk ve orta öğretimi, on dokuz yaşında tamamladım. On dört yaşında, evden ayrı olarak eğitim hayatına devam ettim. Beş yıllık yurt sürecinden sonra tekrar eve döndüm. Bir yıl sonra üniversite eğitimine başladım. Bu süreçte dört yıl sürdü.

Eğitim, esasında çok değerli değil. İstendik davranışların edimi, isabetlidir. Fakat üç yaş dönemi, önemlidir. Bu yaşta eğitim, tam anlamıyla çalışıyor. Ağaç, yaşken eğilir. Kartlaşmış ağacı eğmek istesek, ya kırılır ya da zorlamaya dönüşür. Bu yüzden eğitime tabi tutulan bireylerin üç yaşlarına inmek, mantıklı olsa gerektir. Üç yaşında yaşadığım mahallede değilim. Doğduğum mahallenin karşısındaki mahalleye, ev yaparak göç etmişiz. Yani bir bakıma gurbette yaşıyorum. Her ne kadar espri olsa da, her espri de bir gerçeklik vardır.

Aynı bölgedeki mahalleler arasında, farklılıklar mevcuttur. Bütünleşik anlamda belli bir bölge ifade edilse de farklıdır. Bölge üç mahalleden teşekkül eder. Kaldığım mahalle, diğer iki mahallenin ortasındadır. Eskiden, bu kadar zengin değildik. İlerleyen zamanda variyet ve medeni ortam gelişti. Eski yaşantılar anılarda kaldı. Geleneksel evler ara ara bu izleri taşır. Yeni kuşak farklı bir yaşantıya meskendir. İkamet ettiğim mahalle, melez bir özellik taşır. Köyden indim şehire misali. Daha çok, diğer mahallelerden göç almıştır. Bu hikaye, Belen Mahallesi'nden Hıdırlık Mahallesi'ne göçün çilesi ve refahıdır.

Birisinin baharatını bir diğerine geçirerek nemalanmak, selamet oluşturmaz. Nimet deniz, olmaz silo, demelidir. Hacezatında, baharat diye bir adlama olmaz. Yemeklerde kullanılan birçok gıda vardır. Bu gıdalara baharat demek doğru değildir. Peki, doğru ifade nedir? Sos ibaresi, baharat diye ifade edilen gıdalar içindir. Sosun meali şu şekildedir. Silo doyarsa, silo demektir. Silonun doymasını ise şöyle ifade edebiliriz. Bazı gıdalar tüketime uygun değildir. Doymuş gıdalar tüketime uygun gıdalardır. Doymamış gıdalar ise tüketime uygun değildir. İktisadi akıl, tüketim unsurunu ve baharat kavramını bu şekilde değerlendirmeyi gerektirir.

Silonun olabilmesi için gıdaların belli süre muhafaza edilir olması gerekir. Muhafaza edilen gıdalar ekşime, kokuşma ve bozulma yapmamalıdır. Aksi takdirde silo demek, mümkün değildir. Ürünleri, belli tekniklerle muhafaza etmek gerekir. Silo nimet, olmaz doymak. Bu minvalde düşündüğümüzde doymuş gıda ve aç gıda ayrımı söz konusudur. Doymuş gıdada dağın doyması ve deniz olması kavramı vardır. Aç gıdada ise mutlak doğrunun kuyruklu hile şekli vardır Öyle ise eseme olma, aç gıdaları tüketim olarak görmeme, sadece inovatif faideler olarak telakki etmedir. 

Küçük Tekne / Halıdaki Sır / Dağdaki Leylak / Yeşilköy Turşusu / Pembe Şort / Antikacı Dükkanı / Ardıçlı Bağ / Takım Elbise / Broker / Plasiyer Arabası / Erik Hoşafı / Kayıp Çanta